Aşağıdaki reklamlar istek dışı gönderilmektedir. Ş.YILDIZ
 
.
Menü  
  ANA SAYFA
  ŞÜKRÜ YILDIZ
  ► Resimleri
  ► Gezi ve Ziyaretleri
  ► Yazıları
  ► Görev Geçmişi
  ► Katıldığı Kurs ve Seminerler
  ► Verdiği Kurs ve Seminerler
  ► Yurt Dışı Görevi (Fransa - Nantes)
  ► Okyanus Dergisi
  ► BÜLTEN (Kayabaşı Çayır Kur'an Kursu)
  ► Hayat Okulu
  ► Tashîh-i Hurûf Kursu (Kastamonu)
  KARABÜK İMAM-HATİP LİSESİ
  1990 MEZUNLARI BULUŞMA PLATFORMU
  K A İ M D E R
  PEDAGOJİK FORMASYON
  NEY ÜFLEME SANATI
  DİN HİZMETİ
  KUR'AN KURSU
  İLİTAM (Ankara İlahiyat Lisans Tamamlama)
  KUR'AN-I KERİM
  ÇOCUKLAR İÇİN
  KİTAP - ANSİKLOPEDİ - E-KİTAP
  EĞİTİM (İlk ve Orta Öğretim)
  KİŞİSEL GELİŞİM (Motivasyon)
  EDEBİYAT
  TARİH
  COĞRAFYA
  YABANCI DİLLER
  SAĞLIK
  AİLE EĞİTİMİ
  İLAHİ
  Anket
  Ziyaretçi Defteri
► Yazıları

                                    Y a z ı l a r ı m                                     
 
                                     
     
 ♦  Yurt Dışı Kur'an Kursu Eğitimi Üzerine bazı Tespit ve Düşünceler
 ♦  Başyazı (Okyanus 1. Sayı): Başlarken
 ♦  Başyazı (Okyanus 2. Sayı): Teşekkürler
 ♦  Başyazı (Okyanus 3. Sayı): Bu Yazıyı Okumadan Tatile Çıkmayınız!
 ♦  Başyazı (Okyanus 4. Sayı): Okyanus Büyüyor
 ♦  Başyazı (Okyanus 5. Sayı): Zamana dair
 ♦  Başyazı (Okyanus 6. Sayı): Okyanus'un İlk Yılının Değerlendirilmesi
 ♦  Başyazı (Okyanus 7. Sayı): Tekrarı Yok Bunun
 ♦  Başyazı (Okyanus 8. Sayı): Allah'a Ismarladık Derken


YURT DIŞI KUR’AN KURSU EĞİTİMİ ÜZERİNE
BAZI TESPİT VE DÜŞÜNCELER
 
Şükrü YILDIZ
Nantes Din Görevlisi / FRANSA
(2003-2007)
sukru-hoca@hotmail.com
 
        GİRİŞ
           
       Yurt dışında yaşayan soydaşlarımıza ‘din hizmeti’ sunma noktasında sorumluluk üstlenmiş olmak; cesâret, fedakârlık ve ferâgat eksenindeki ulvî kavramları çağrışım yapmaktadır.
           
Yurt dışı farklı bir hizmet ortamı. Dolayısıyla alışılmışın dışında farklı beklentiler de olmaktadır. Din Görevlisi orada imamdır, vaizdir, müftüdür, Kur’an-ı Kerim öğretmenidir, mevlidhandır. Bunların yanısıra cezâevi ve hastanede moral hocası, çeşitli meselelerin hallinde başvurulacak bir uzman, bazen psikolog, bazen de toplumu yakından izleyen bir sosyologtur.
           
Çok yönlü olmayı gerektiren bu görevlerin ağırlık noktasını ise ‘cami ile alakalı olan hizmetler’ ve ‘din eğitimi’ oluşturmaktadır. Bir de yurt dışında daha çok göze çarptığı için devletini ‘temsil’ boyutu vardır. Din Görevlileri olarak bizlerin ‘cami hizmeti’ ve ‘temsil’ noktasında fazla bir sıkıntımızın olabileceğini tahmin etmiyoruz. Fakat mesele eğitime daha da özelde ‘din eğitimi’ ne gelince; bu noktada durup düşünmemiz ve yeni projeler üretip hayata geçirilmesini sağlamamız gerekmektedir.
 
Buradaki ‘din eğitimi’nin keyfiyeti konusunda düşünülmesi gereği, bizleri muhatabımız olan öğrencilerin durumlarını tahlile sevketmektedir.
 
Şöyle ki; öğrencilerin bir çoğu yurt dışı doğumlu. Çoğunlukla ana dillerini iyi konuşan bir örnekten yoksun olarak 3-4 yaşlarında ‘anaokulu’ na başlamaktadırlar. Görünen odur ki; evde ebeveyninden öğreneceği mahalli bir şîve, eğitim göreceği dilin yanında ikinci planda kalacak; bilinçli ve metodlu bir programa tabi tutulmadıkları sürece de bu durum değişmeyecektir.
 
Böylece ana dilinde kendini ifade edemeyen ve söylenenleri de somutlaştırmadan ya da beden dili kullanılmadıkça anlayamayan bir öğrenci grubu ‘din’ gibi çok hassas bir konuyu öğrenmek üzere -üstelik aralarında yaş ve seviye farkı gibi dezavantajlarla- bizlere başvuracaktır.
           
Görüldüğü gibi sorun ‘dil’ sorunu ve bunun tabii bir sonucu olarak ‘iletişim’ sorunu. Dolayısıyla onlar için atılacak her adımda, geliştirilecek her metodda, hazırlanan her dökümanda sözkonusu sorun dikkate alınmadığı sürece başarıya ulaşmak da o nispette gecikecektir.
 
       Bu sebeple planlı, programlı ve metodlu çalışmaya her zamankinden daha çok ihtiyaç  hissedilen bir zaman ve mekanda bulunmaktayız. Aksi halde spontane gelişen ve anında ortaya çıkan ve sonuçları da bazen tamir edilemeyecek cinsten bir eğitim süreci içerisinde bulunmuş oluruz ki, bu da sadece günü kurtarmaya yeterli olur. Manevi mesuliyeti ise herkesçe malumdur.
 
Âcizane şahsımın bu konudaki tespit ve önerileri meseleyi çok iyi bildiğimizden değil; söz konusu sıkıntıları bire bir yaşadığımız, çözüm yolları hakkında kafa yorduğumuz, benim gibi düşünen belki yüzlerce meslekdaşımızın hislerine tercüman olma düşüncemiz ve konuya akademik bir bakış açısı gerektiğini biraz daha yüksek sesle dile getirme arzumuzdan kaynaklanmaktadır.
 
Bu konudaki çalışmamız dört ana başlık ve onların alt başlıkları ile tespit ve önerilerin
somutlaşmış hali olan ek dökümanlardan oluşmaktadır.
 
* Kur’an Kursu’nu Özendirici Hale Getirecek Çalışmalar ve Sosyal Aktiviteler.
* Kurs’a Devamı Sağlayıcı Yöntemler ve Takip Çizelgeleri.
* Öğreticiler İçin Yol Haritaları: Yıllık Planlar ve Ders Özetleri.
* Öğretim Metodları.
 
Çalışmamızla ilgili bize ulaşacak her türlü katkı konunun biraz daha olgunlaşmasını sağlayacaktır. 
 
G a y r e t   b i z d e n   t e v f î k   A l l a h ’ t a n d ı r .
 
A. KUR’AN  KURSU’NU ÖZENDİRİCİ  HALE  GETİRECEK ÇALIŞMALAR ve SOSYAL AKTİVİTELER
 
Batı eğitim sisteminin, ezbercilikten ziyade öğrencilerdeki gizli kalmış yeteneklerin
ortaya çıkarılması şeklinde dizayn edildiğini söyleyebiliriz. Okullarda eğlenceye son derece alışkın olarak yetişen bir öğrenci için, çok değerli gördüğü zamanından fedakârlık ederek katıldığı bir Türkçe dersi ve hemen akabinde ya da hafta sonunda gitmek zorunda olduğu bir Kur’an Kursu -cezbedici unsurlar koyulmadığı sürece- kerhen yaptığı bir faaliyet olacaktır. Bunun bir kaç adım ilerisi ise -farkında olmadan- dinine ve milletine küsme halidir.
 
       Bunun için muhatabımız olan öğrenciler ve aileler iyi tanınmalı, tahlil edilmeli ve eğitimde hedeflenen amaca ulaşılması için tabiri caizse ‘nokta atışı’ yapılmak zorundadır. Bu sebeple sıralayacağımız hususların önem arzettiği kanaatindeyiz:     
           
a. Ders yapılacak fiziki mekanların oluşturulması:
 
       Camilerimizin büyük çoğunluğunun Kur’an Kursu için ayrılan bölümleri ‘ders araç-gereçlerinin donanımı ve fiziki açıdan’ yeterli seviyede olmasa da; yerel imkanlar (dernek, cemaat...) faaliyete geçirilerek bazı gelişmeler kaydetmek de mümkündür.
        Bu itibarla eğitim-öğretimin kalitesini artırma açısından gerekli gördüğümüz araçları önem sırasına göre belirtelim:
- Yazı Tahtası ve kalemi,
- Ders zili,
- Öğretici ve öğrenciler için masa ve sandalyeler. (Sorun ‘mekanın darlığı’ ise bunların katlanılır cinsten olanları tercih edilebilir.)
-  Teyp, Televizyon, Video (Vcd ya da Dvd) ve bunlara ait kasetler.
- Bilgisayar ve yazıcısı
- Projektör tüm öğrencilerin aynı metne bakarak göz - kulak kontağını sağlaması açısından son derece faydalı olmaktadır.)
 
b. Kursu’n Aynası Kabul Edilen Uygulamalar: Camide ‘Müezzinlik’, Evde ‘Sofra Duası’
 
Kursa devam eden bir öğrencinin gerekli bilgileri öğrenmiş olarak mezun olması, ailesi ve çevresi için, camide yapacağı bir müezzinlik ve imamlık, yemekli bir davette yapacağı sofra duası kadar önem arzetmeyecektir belki. Yanlış olsa da böyle kabul edilmektedir. Onun için bu iki konu, eğitim –öğretim süresinin geneline yayılmış olarak kavratılmaya ve uygulatılmaya çalışılmalıdır. Özellikle müezzinlik uygulamasının öğrencilere cami ve cemaati sevdirmede ve namaz alışkanlığı kazandırmada önemli katkısı olacaktır.
 
       c. İlâhi Korosunun Oluşturulması:
 
       Musikinin ruhları okşama, inceltme ve daha yüce duygulara ulaştırma vasfından istifade için ilahi koroları oluşturulabilir. Şöyle ki;
       * Söyleniş olarak zor olmayan, içerik bakımından da mesaj yüklü olan ilâhiler, kasideler, ezgiler kitaplardan ya da kasetlerin çözümlerinden derlenerek öğrencilere dağıtılmalı.
       * Bu metinler sırasıyla çeşitli kaset ya da cd’lerden derlenerek tek bir kaset haline getirilmelidir. ( Bu işlem, müsait olması halinde öğreticinin kendi sesi ile de yapılabilir)
       * Her ders, öğrencileri dinlendirmiş olmak için fazla vakit almadan bir kaç ilahi dinletilerek öğrencilerin bunlara aşina olmaları sağlanmalıdır.
       * Böylece önemli gün ve gecelerde sesleri birbirine uygun öğrencilerden oluşan koro
ile programda renklilik oluşturulabilir.
       Ayrıca daha önce okullarında ve evlerinde batı müziği ile haşir neşir olan öğrencilerin, musikî mırıldanmaya başladığı müjdesini duymak başta öğretici için mesafe kaydı olacaktır.
 
d. Kutlama Programları:
 
       Önemli gün ve gecelerin kutlanmasında öğrencilerin de yer alabileceği programlar tertip edilip; ailelerin çocuklarını izlemek ve dinlemek için camiye gelmelerine, belki de bu manevi havayı ilk kez ailece teneffüs etmelerine vesile olabiliriz.
       * Mübarek Gün ve Gecelerde; ilahiler, şiirler ve kısa konuşmalar,
       * Tarihi önemi bulunan günlerde; piyesler, şiirler ve kısa konuşmalar yer alabilir.
(Örneğin; İstanbul’un Fethi Kutlaması, Çanakkale Şehitleri Anma Günü gibi)
       * Bayanlara yönelik olarak ‘Anneler Günü’ kutlaması.
       * Eğitim öğretim döneminin sonunda da geniş katılımlı bir ‘Hatim Cemiyeti’ düzenlenip öğrencilere ‘Bitirme Belgeleri’ bu programda verilebilir.
 
e. Yazılı Yoklamalar:
 
       Öğretilen bilgilerin pekiştirilmesi amacıyla, belli periyotlarla –Öğrencilerin Türkçe seviyeleri de dikkate alınarak- daha ziyade boşluk doldurma ya da test şeklinde yazılı yoklamalar yapılıp en yüksek not alan öğrenciler ödüllendirilebilir. (Bkz: Ek- 1)
 
f. Yarışmalar:

       Öğrencileri ve izleyicileri öğrenmeye teşvik etmek ve ilme karşı merak uyandırmak amacıyla çeşitli ‘Yarışmalar’ tertip edilebilir. Örneğin:
- Dini Bilgiler ve Genel Kültür Yarışması                                                       
- Türkçeyi Güzel Okuma Yarışması.
- Güzel Ezan Okuma ve Güzel Kur’an-ı Kerim Okuma Yarışması.                
- Hutbe Okuma Yarışması.
- Namaz Dua ve Sureleri’ni ve Anlamlarını Ezbere Okuma Yarışması          
- 40 Hadisi Ezbere Okuma Yarışması
 
g. Küçüklerin Dünyası: Boyamalar
 
Kurslara kayıt için her ne kadar ‘alt yaş sınırı’ getirsek de merak ederek, abisinin – ablasının yanında Kurs’a gelen öğrenci sayısı bazen bir sınıf mevcudunu bulabilmektedir. Bunları büyüklerle aynı seviyede tutup bir şeyler öğretmek de mümkün olmamaktadır.
Bu noktada çözümümüz İlkokul’un ilk üç sınıfını bir grup kabul edip onların seviyelerine ve önceliklerine göre bir plan yapılmasıdır. Bu grubu oluşturmada ve devamını sağlamada öğretilen özet dini bilgilerin, kısa dua ve surelerin ve Kur’an harfleriyle tanışmanın yanında bir takım boyamalar vermek çekici olacaktır.
 
Şöyle ki; okuma, kitap sevgisi, büyüklere saygı, temizlik... gibi konuların işlendiği; ayrıca camilerimize ait resimlerin bazı kitap ve dergilerden temin edilerek, bilgisayar yordamıyla renklerinden arındığı dökümanlar hazırlanarak fotokopi yoluyla öğrencilere verilip evlerinde boyamaları istenebilir, güzel boyananlar panolara asılabilir. (Bunları Diyanet Çocuk Dergisi’nin önceki sayılarından elde etmek mümkündür.) 
           
       h. Okuma Saatleri  
 
Öğrencilerin çoğu ilkokula yurt dışında başladıkları için Türkçeyi anlama ve ifade tarzları kısıtlı olmaktadır. Örneğin ‘Hoş geldin!’ dediğinizde o da size ‘Hoş geldin!’, ya da bir tâziye esnasında şaşırarak ‘Geçmiş olsun!’ diyebilmektedir.
 
       Türkçeyi iyi bilmediklerinden zevkle kitap okuyamıyor ve okuduğunu da anlayamıyorlar. Bazen yarım sayfayı bile okumak kendilerine işkence gelebilmektedir. Uygulanacak metodlarla bu durum aşılmaya çalışılmalıdır. Onların seviyelerine göre albenisi yüksek masal ve hikaye kitapları ile tanışmaları sağlanabilir. Bu alanda çıkan yayınlar takip edilerek listesi onlara verilebilir.
 
       Özellikle okuma sevgisi aşılamak ve bu arada ‘Diyanet Çocuk Dergisi’ni tanıtmak için; derginin geçmiş sayıları taranarak, heyecanla okuyacakları bir masal seçilip fotokopi yoluyla her öğrenciye dağıtılarak sınıfta ‘Kitap Okuma Saatleri’ düzenlenebilir. Yarım saatlik bir sürenin sonunda dağıtılan dökümanlar toplanarak o konu üzerinde öğrencilerin görüşleri alınabilir. Belli periyotlarla bu işlem tekrarlanması halinde az da olsa sözkonusu amaç doğrultusunda mesafe alınabilir.
 
       ı. Duvar Gazetesi:
 
       'İnsan emek verdiği şeyi sever’ prensibinden hareketle öğrencilerin Kurs’a ilgisini çekecek ve bir ölçüde onların da emeğini yansıtacak olan ve içerisinde kısa bilgiler, resim, şiir ve boyama çalışmalarının yer aldığı bir ‘duvar gazetesi’ hazırlamak, öğrencinin gözünde eğitim gördüğü dershaneyi yüceltecek ve onu sevdirecektir. Özellikle her eğitim dönemine ait hatıra fotoğrafların yer aldığı bir ‘pano’ öğrenciler için çekici olacaktır.           
            
       j. Gezi ve Gözlemler:
 
Kursun devam ettiği süre içerisinde bölgede tarihi önemi bulunan mekanlar, ibadet yerleri, parklar ve yakın derneklere geziler düzenlenip; buralarda çekilen fotograflar Kur’an Kursu panolarına asılabilir, ayrıca yayınlanmak üzere Diyanet Çocuk Dergisi’ne gönderilebilir.

       
       B.  KURS’A  DEVAMI SAĞLAYICI YÖNTEMLER ve TAKİP  ÇİZELGELERİ
 
       * Kur’an Kursu’nda eğitim ve öğretimin başlangıç (kış ve yaz) dönemlerinde, 15-20 gün kadar öncesinden, Kursun ne zaman başlayacağını, ders saatlerini içeren ve dikkat çekici mesajların verildiği ‘duyurular ve el ilanları’ hazırlanıp; panolara ve görülebilecek yerlere bol miktarda asılabilir. Ayrıca her zaman yapıldığı şekliyle vaaz ve hutbelerde de duyuruya devam edilir.
           
* Eğitim ve öğretim döneminin başında öğrencilerden ailelere gönderilecek bir ‘mektup’la; ‘Nasıl bir öğrenci?’ ve ‘Nasıl bir veli?’ arzu edildiği dile getirilebilir.
 
* ‘Sınıf Listesi’ hazırlanarak her ders ‘yoklama’ yapılması, devamsızlığı fazla olan öğrencinin ailesine sözlü, yazılı, ya da telefonla durumun bildirilmesi.
           
* Öğrencileri ve velileri daha yakından tanımak, gerektiğinde telefonla ulaşabilmek ve öğrencilerle ilgili bazı hususları takip edebilmek için ‘Öğrenci Tanıma ve Takip Cetveli’ oluşturulabilir.
           
* Öğrencilerin ders durumlarını ve seviyelerini takip edebilmek ve gerektiğinde mevcut
öğrencilerden yeni gruplar oluşturabilmek için; ‘Öğrenci Başarı Değerlendirme Çizelgesi’ oluşturulabilir.
 
* ‘Ders saatleri’ değiştikçe bu değişiklikleri bildiren ‘el ilanları’nın öğrenciler vasıtasıyla ailelere ulaştırılması ihmal edilmemelidir. (Hatta bu küçük ilanlardan bir kaç tanesinin sürekli öğreticinin cebinde bulunması ve velilerle karşılaşıldığı anlarda verilmesi de faydalı bir yoldur)  
 
C. ÖĞRETİCİLER  İÇİN  YOL  HARİTALARI:
           
a. Yıllık Planlar:
 
Derslerle ilgili öğrencilere hangi konuların hangi sıra ile öğretileceği ve yıllık bazda konular işlendikçe takibinin kolay olması (kısaca öğreticinin bir yol haritası ve önünü görebilmesi) için bu planlara ihtiyaç duyulmaktadır.
 
       Şöyleki; içerisinde konuların ana ve alt başlıkları, genel amaçları, dersin hangi araç ve gereçlerle işleneceği ve öngörülen sürelerin yer aldığı bu planlar, müfredatı zamanında tamamlayabilme açısından son derece faydalı olacaktır. (Daha ayrıntılı bilgi her ders için ayrı ayrı düzenlenmiş olan ‘Ders Planları’nda bulunabilir.)
 
b. Ders Özetleri:
 
* Temel Dini Bilgiler Dersi
 
Dini Bilgiler Dersi konusunda önemli bir husus da okutulacak ‘Ders Kitabı’ sorunudur. Şöyle ki, Türkiye’de Kur’an Kursları’nda okutulmakta olan ‘Temel Dini Bilgiler’ kitabının -Türçeye vukûfiyetleri gözönüne alındığında- müfredat ve hacim bakımından yurt dışındaki öğrencilere ağır gelmesidir.
 
Yapılması gereken; daha sade bir dilin kullanıldığı, göze ve gönle hitap eden bir kitabın uzmanlarca hazırlanmasıdır. Bunun gerçekleşeceği güne kadar öğreticinin kendi imkanları doğrultusunda; ders konularının sadeleştirilerek ifade edileceği ve fotokopi yoluyla çoğaltılacak olan dökümanlardır.
 
Bir ayrıntı da yapılan özetlerin en azından ilkokul ve yukarısı olmak üzere iki ayrı seviye için planlanması gerekliliğidir. Bu dökümanların öğrenciler tarafından dosya ya da klasörlerinde muhafaza edilmesi bir yol olsa da daha kalıcı olanı; bir sınıf mevcudu (30-40) kadar çoğaltılıp Kur’an Kursu’nda demirbaş hale gelmesidir. 

       *   Millî Kültür Dersi
 
Değişik millet ve kültürlerle etkileşim içinde bulunan öğrencilerimiz için kendi tarih ve
kültürünü öğrenmeleri son derece önem arzetmektedir. Kendi milletinin yaşadığı tarihi serüveni, İslam’la tanıştıktan sonra bu dinin yayılması ve korunmasındaki üstün gayretini, ilim ve medeniyete olan katkısını, ayrıca tarihe mal olmuş ilim, bilim ve gönül adamlarını tanımayan bir öğrenci; sürekli başka kültürlerin etkisinde kalacak, bilgi eksikliği sebebiyle hem geçmişiyle gurur duyamayacak hem de gelecekte ailesine ve milletine faydalı bir fert olma yolunda o gücü kendisinde bulamayacaktır.
 
Bu sebeple mevcut müfredat dahilinde konular çeşitli kaynaklardan istifade edilerek hikâyemsi bir tarzda döküman haline getirilmelidir. (Daha ayrıntılı bilgi ‘Ders Özetleri’nde bulunabilir.)
      Başa Dön

D. Ö Ğ R E T İ M    M E T O D L A R I
 
KUR’AN-I KERİM
 
AMAÇLAR: 
 
       Öğrencilere hatasız bir şekilde Kur’an-ı Kerim okumayı ve ibadetler için gerekli olan duâ, sûre ve âyetler ile bunların manalarını öğretmek.
 
ARAÇLAR: 
 
Alfabe, Kur’an-ı Kerim, Yazı tahtası ve kalemi, Televizyon, Video (Vcd, Dvd), Teyp ve
bunlara ait kasetler, bazı hazırlama tablolar, Tepegöz projektör ve transparan kağıt.
           
       METODLAR:
 
       a. Kur’an Okumaya Giriş (Alfabe) Dersi İşleniş Metodu:
 
* Öğretim yılı başında öğrenciler seviyelerine göre ayrılarak grup çalışması yapılmalı.
       * Başlangıçta harfler mahrec bakımından benzer ve farklı yönleriyle, incelik ve kalınlık durumlarıyla öğrencilere uygulamalı bir şekilde öğretilmeli.
       * Öğretici, alıştırma ve örnekleri önce kendisi yeteri kadar okumalı, sonra da koro ve ferdi olarak öğrencilere tekrar ettirmelidir. Böylece mahreclerin ağızlara yerleşmesi sağlanarak, ‘fem-i muhsin’ denilen ‘güzel bir ağızla Kur’an-ı Kerim okuma’ yoluna girilmiş olacaktır.
       * Ders esnasında öğrencilerin dikkatle izlemesi ve dinlemesi temin edilerek ses ve kulak terbiyesine önem verilmeli, yanlış telaffuzlar alışkanlık yapmadan düzeltilme yoluna gidilmelidir.
      
b. Yüzünden Okuma Dersi İşleniş Metodu:
 
* Herkesin önünde Kur’an-ı Kerim bulunmalı.
* Ayetler hece hece, kelime kelime öğretici tarafından yavaş bir şekilde telaffuz edilmeli, öğrenciler de yeteri kadar tekrar etmelidir.
       * Aynı işlemin bir kez de ‘projektör’ kullanılarak, beyaz levha üzerinde tekrarlanması çok faydalı olacaktır.
       * Ders sonunda sayfa bir kez de kaset ya da cd’den dinletilmelidir.
* Bir sonraki ders günü, ödev olarak çalışılması istenen sayfa öğrenciler tarafından belli bir sıra takip edilmeksizin okunmalı, bu esnada diğer öğrencilerin de takip etmeleri sağlanmalıdır.
       * Bazen ders başında sayfa bir kez kaset ya da cd’den dinletilebilir.
 
       c. Duâ ve Sûreler’in Ezberletilmesinde Öğretim Metodu:
 
* Kitap ya da tahta üzerinde yazılı metne bakarak; ezberlenecek duâ, sûre ya da âyetin hece hece, kelime kelime, bölüm bölüm çözümü ve telaffuzu yeteri kadar gösterilmelidir.
       * Öğrenciler tarafından önce toplu sonra da ferdî olarak yeteri kadar tekrar yapılmalıdır.
       * Gösterilen âyetlerin sayısı arttıkça başa dönülerek tekrar yapılmalı, böylece ezberin ders esnasında öğrenilmesine gayret edilmelidir.
       * Ders sonunda üzerinde çalışılan ezber bir kaç kez kaset ya da cd’den dinletilmelidir.
       * İlerleyen günlerde her ders koro halinde ezberlerin tekrarı yapılmalıdır.
       * Ezber esnasında (her ne kadar tecvid konularına geçilmemiş olsa da) tecvidli okuyuşun gereği olan bazı değişiklikler yapılarak öğretilmelidir. (Kısaca; ezberler tecvidli olarak ezberletilmelidir)
 
d. Tecvid Dersi İşleniş Metodu:
 
* Tecvidle ilgili bir çok konunun temeli Alfabe’de atıldığı için bu aşamada tecvid içeren kelimelerin telaffuzuna dikkat edilmelidir. (Örneğin; cezm konusunda kalkale, şedde konusunda İ.Misleyn’in gunneli ve gunnesiz durumları, yazıda görülmeyen med harflerinde ‘zamir’ tecvidinin temeli atılmaktadır.)
* Tecvid konuları aceleye getirilmeden, özet halinde, pratiğe yönelik olarak öğretilmelidir.
* Yüzünden okuma derslerinde öğrenilen tecvidlere dikkat çekilmelidir.Yine yaptırılan ezberler tecvidli olarak öğretileceği için, tecvidin asıl konularına geçilince zorluk çekilmemiş olacaktır. 
 
e. Kur’an-ı Kerim Meali’ne Âşinalık Kazandırmada Metod:
 
* Ders sonunda okunan sayfanın meâli öğrencilere okunmalıdır.
* Özellikle namazda okunan duâ ve surelerin manaları ezberletilmelidir.
 Bu işlem kendimize ve öğrencilere ağır gelmeyecek şekilde, az fakat devamlı olarak; bazen mealin kasetten dinlenmesi, bazen de koro halinde söylenmesi şeklinde olmalıdır. (Bunu daha çekici hale getirmek için ‘yarışma’ haline dönüştürüp, her ezberleyen öğrenciye imkanlar nispetinde güzel bir hediye verilebilir.)
* Her eve ‘Mealli Kur’an-ı Kerim’ kazandırılmasına öncülük edilmelidir. Ayrıca bunun yanısıra her evde bulunması zaruri olan kitaplar ile sesli ve görüntülü yayınların yer aldığı bir liste hazırlanıp, izin zamanlarında öğrencilere ve ailelere verilerek, herkesin kendine ait
‘aile kütüphanesi’ni oluşturmasında katkımız olabilir.
 
2. TEMEL DİNİ BİLGİLER DERSİ 
 
AMAÇLAR:
 
       İslam Dini’nin inanç, ibadet ve ahlak esaslarıyla Hz. Peygamberin örnek yaşantısı hakkında bilgi vermek. Bu meyanda;
       * İmanın insan hayatındaki önemi ile inanç ve davranış paralelliği üzerinde durmak ve
Allah Korkusu’ndan önce Allah Sevgisi’ni kazandırmaya çalışmak.
       * İbadetin insan hayatındaki önemine ve vazgeçilmezliğine dikkat çekerek; ibadetlerin borç oluşundan ziyade insanı olgunluğa ulaştıran bir konu olduğu üzerinde durmak.
       * Güzel ahlaka sahip olmanın ancak Kur’an’a ve Hz. Peygamber’e tabi olmakla mümkün olacağı ve bunun vereceği mutluluğun dünyevi zevklerin daha da üstünde olacağı üzerinde durmak.
       * Hz. Peygamber ve O’nun örnek yaşantısı hakkında bilgi vermek ve gönüllere
‘Peygamber Sevgisi’ yerleştirmek.
 
        ARAÇLAR:
 
       Yazı tahtası ve kalemi, Televizyon, Video (Vcd, Dvd), Teyp ve bunlara ait kasetler, Tepegöz projektör ve transparan kağıt, Harita (Siyer Dersi için)
           
METODLAR:
 
       * İşlenecek konu ile ilgili bir ‘soru’ ya da ‘cümle’ ile öğrencilerin dikkati konuya çekilmiş olmalı.
       * Konu baştan sona öğretici ya da okuması düzgün bir öğrenci tarafından bir kez okunmalı, bu esnada diğer öğrencilerin takip etmeleri sağlanmalıdır.
       * Konu öğretici tarafından cümle cümle açıklanmalı, konuda önem arzeden bölümler (isimler, tanımlar, terimler...) toplu halde tekrar edilmelidir.
       * Konuların izahında tahtadan azami ölçüde yaralanılmalıdır.
       * Ders sonundaki ‘Değerlendirme Soruları’ ile öğrenme pekiştirilmelidir.
 
       3. MİLLÎ KÜLTÜR DERSİ
           
       AMAÇLAR:
 
       Öğrencilerin kendi tarihini, kültürünü, vatan ve milletini tanımalarını ve bu değerlere sahip çıkmalarını sağlamak.

       ARAÇLAR
 
       Yazı tahtası ve kalemi, Televizyon, Video (Vcd, Dvd) ve bunlara ait kasetler, Tepegöz projektör ve transparan kağıt, Tarih Haritaları, Türkiye Fizîkî ve Siyasî Haritaları.
 
       METODLAR:
 
       Metodlar genel olarak Temel Dini Bilgiler Dersi’nin işleniş metodu ile aynıdır. Farklı olarak haritalardan yararlanma yoluna gidilmelidir. 
          
Başa Dön
                      

                              
                                                 1. Sayı Başyazısı    

                                         Başlarken


       Değerli Okuyucular!

       Bizler, ‘Sosyal Yardımcı’ ünvanıyla yurtdışında yaşayan vatandaşlarımıza çeşitli alanlarda hizmet sunmak amacıyla, belirli bir süre için gelmiş bulunuyoruz. Alışılmış görevlerimizin yanısıra, danışılan bir psikolog ve toplumları yakından izleyen bir sosyolog gibi hareket etme ve daha da önemlisi devletimizin resmi temsilcisi olma gibi önemli bir misyonumuz da bulunmaktadır.
 
        Farklı bir ortamda, sınırlı süreyle görev yapıyor oluşumuz ve görev alanımızın bir hayli geniş olması gibi sebeplerden dolayı, bütün bu görevlerin ifasında zaman zaman zorlandığımız da bir gerçektir. Ancak hangi şart ve durumda olursak olalım, hizmet ettiğimiz toplumun desteğini almışsak, bu bizlere moral değer açısından kuvvet kazandırmakta ve yeni projeler için cesaret vermektedir.
 
        Belki de bu cesaretin bir sonucu olarak; iki yıldır hizmet vermeye çalıştığımız bu ortamda, sizlerin karşısına ‘dergi’ çıkarma gibi bir teklifle çıkmış olduk. Sizlerin bu konuya olan ilgi ve desteğinizin de artarak süreceğinden hiç şüphemiz yoktur.
 
        Niçin dergi?
 
        Bildiğiniz gibi, günümüzde ilme, bilgiye ulaşma açısından aslında herhangi bir sıkıntı mevcut değildir. İlk ve en önemli şart; ilmi seviyor ve onu arzu ediyor olmamızdır. Cilt cilt kitaplardan dergilere, bazı televizyon ve radyo programlarından internet sitelerine kadar, her türlü bilgiye her an ulaşabileceğimiz bir yığın kaynak vardır.
 
        Ancak eskiden ilim kaynaklarının azlığı ya da onlara ulaşamamak problem iken; bugüne gelindiğinde, kaynakların çokluğu bizleri; ‘hangi eser ve ürün daha faydalı ve bana göre’ sorusunu gündeme getirmiştir.
 
        Herkeste okuma sevgisinin az ya da çok var olduğuna inanıyoruz. Bazen o aşk ve sevgiyle herhangi bir kitabı elimize alıyoruz; ya dili ağır geliyor ya da konusunu beğenmiyoruz. Neticede her defasında bir engel çıkıyor ve o güzel niyetimiz sonuçsuz kalıyor.
 
        İşte sizlerin bu güzel niyetlerinizin sonuçsuz kalmaması düşüncesiyle böyle bir dergi fikri doğdu. Hedefimiz; acilen ihtiyaç duyduğumuz konularda -fakat hayatın bütünlüğünü de gözardı etmeden- dili anlaşılır ve okumaktan kendinizi alamayacağınız yazılarla sizleri buluşturmak, hayatımızda bilgi ve kültüre de bir ‘yer’ açmak.
 
        Okuma alışkanlığı kazanmış toplumların, bugün gelişmiş bir devletlerinin olması sadece bir tesadüf müdür? Kitaba ayrılan bütçe, kişi başına gelişmiş ülkelerde yıllık bazda 100 dolar civarında iken; bırakalım onu dünya ortalaması 1.3 dolar iken, bizim bunun da altında kalıyor olmamızı sadece ekonomik gerekçelere bağlayabilir miyiz? Elbetteki hayır. Malum sorun, daha da derinlerde bir ‘çözüm’ beklemektedir.
 
        Değerli dostlar, dergimiz elinize ulaştığı andan itibaren lütfen okuyunuz, okutunuz, inceleyiniz. Hatta bir kaç tane alarak dostlarınıza hediye götürünüz, tanıtınız. Olumlu ya da olumsuz gördüğünüz durumları bize iletirseniz daha kaliteli bir dergi ile karşınıza çıkmış oluruz. Dergimizi özümseyerek, bir öğrenci gibi okuduğunuz takdirde sizlerdeki okuma sevgisinin mutlaka açığa çıkacağını düşünüyoruz.
 
         Daha güzel sayılarda buluşmak ümidiyle
                            
Başa Dön


                    
                                                  2. Sayı Başyazısı
     

                                       Teşekkürler

       Okyanus’un ilk sayısı büyük gayretlerle hazırlandı ve Nantes başta olmak üzere Fransa’daki bir çok derneğe ulaştırıldı. Bu anlamda şahsen, telefon ya da e-mail yoluyla tebriklerini, görüş ve düşüncelerini bildiren ve daha güzeline ulaşma yolunda bizi yüreklendirip maddi manevi destek veren ancak meşguliyetimizin artması sebebiyle cevap veremediğimiz nice okurlarımıza buradan teşekkür etmek istiyorum.
 
Elbette bu ilginin ortaya koyduğumuz çalışmanın çok mükemmel oluşundan değil de ‘güzelliğin biraz da bakan göz’den kaynaklandığını biliyoruz. İlk olması sebebiyle konuların seçimi, hazırlanışı ve baskı aşamasında bizce ‘büyük’ sizce ‘küçük’ hatalarımızdan dolayı da ‘affola’ diyoruz. Diyaloğumuz devam ettiği sürece bu hataların asgariye ineceğini düşünüyoruz.
 
Sorun
 
Öyle ya da böyle hepimiz yaşıyoruz. Zaman zaman gündelik sıkıntılarıyla boğuşmak zorunda kaldığımız şu hayat bizleri ‘kendimiz’ gibi davranmaktan alıkoyabilmektedir. Özümüzde ‘doğru’ olduğumuz halde bazen yanlışlıklar peşimizi de bırakmıyor. Maddiyatsız bir şey yapmak zordur ama huzur ve mutluluğu yakalamada bunun tek başına yeterli olmadığı hepimizce malumdur.
 
“Köyümün çamurlu yollarını buranın asfaltına değişmem”, diyeninizden “Şu alemde merkebe de bindik mercedes’e de. Ama o zaman ki huzurumu arıyorum” diyeninize kadar aslında hepimiz aynı sıkıntıya işaret ediyoruz: O zaman ki maneviyatımızın şu an olmadığı…
 
Bu ifade ettiğimiz sıkıntıların sadece fert fert bizlere ait olmadığı aslında tüm insanlığın ortak sıkıntısı olduğu da bir gerçektir. Bunu daha yetkili bir kimse -zamanın BM Genel Sekreteri- şöyle ifade etmiş: “Sürekli bir dünya barışı için hiçbir ümit görmüyorum. Biz her şeyi denedik. Fakat hazin şekilde başarısızlığa uğradık. Eğer dünya yeniden bir ‘manevi doğuş’ yaşamazsa medeniyet yok olmaya mahkumdur.” Onun bahsetmiş olduğu ‘dünya barışı’na giden yol belki de insanlığın kendi iç dünyasıyla, ruhuyla barışmasından geçecektir.
 
Çözüm
 
Çözüm ise uzaklarda değil yine bizdedir. Geçmişin manevi dinamiklerini günümüz teknoloji çağı ile buluşturduğumuz an bu sorunun çözümüne giden yol da açılmış olacaktır. Bizler tarihimizde bu ‘huzur medeniyeti’nin örneklerini defalarca sergilemişizdir. İşte birkaç örnek:

Fatih İstanbul’u fethettiğinde Bizans kralının zalim idaresi altında ezilen ve güzel bir yaşam için Osmanlı'yı tek alternatif gören halk, "başımızda kardinal külahı görmektense, müslüman sarığı görmeyi tercih ederiz" dememiş midir?
 
Yine gönüller sultanı Mevlana’nın insanlığı birleştirici mesajları sayesinde kendi cenaze töreninde bütün dinlerin mensupları bir araya gelmemiş midir?
 
Şu haberi kaç kişi duymuştur acaba? “BM Eğitim Bilim ve Kültür Kurumu (UNESCO), Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın Mevlana'nın doğumunun 800. yılı nedeniyle 2007'nin ‘Dünya Mevlana Yılı’ olması konusundaki önerisini kabul etti.” Evet kaçımız duydu bu haberi? Kendisinden sekiz asır sonra ‘Ne olursan ol yine gel…’ mesajı dillerden dile dolaşan bir maneviyat önderini hangimiz ne kadar tanıyoruz?
 
Netice
 
Dönüp dolaşıp tekrar geldiğimiz nokta ‘bilgi’ dolayısıyla ona giden yol ‘okuma’dır. Bilmezsek anlayamayız… Anlamazsak yapamayız… Yapamazsak da var olamayız… Ama yine de bu konuda ümitli olmak istiyoruz. Bundan 30-35 sene önce maddi kaygılarla Avrupa’ya gelen ve bu konuda henüz mesafe kat etmeden maneviyat alanında bir şeyler bırakma adına dernekler, kültür merkezleri, camiler, kurslar açmaya çalışan, üstelik bütün bunları daha yarım bile olmayan Fransızcasıyla gerçekleştiren insanlar daha fazlasını yapmaktan hiç bir zaman aciz değildir.
 
Sırası gelmişken de sormak istiyoruz. Neredesiniz Fransızca’yı Fransızlardan daha güzel konuşan gençlerimiz? Büyüklerinizin sizlere bıraktığı ‘manevi miras’ ile sizlerin dinamizm ve kültürü bir araya geldiğinde neler olabileceğini belki sizler bile hayal edemezsiniz. O halde enerji dolu olduğumuz şu zamanlarda biraz daha iç dünyamıza yönelelim. Yönelelim ki enerjimizi sarfedeceğimiz alanları bize fısıldasın.
 
Daha güzel sayılarda buluşmak üzere…


Başa Dön




                           
                                       3. Sayı Başyazısı                         

          Bu Yazıyı Okumadan Tatile Çıkmayınız
 
Orda bir köy var, uzakta
O köy bizim köyümüzdür.
Gezmesek de, tozmasak da
O köy bizim köyümüzdür.
 
Yaşları benim civarımda olanlar, ilkokula devam ettiği yıllarda bu şiiri ya da onun şarkı halini hatırlayacaklardır.
 
Evet! Memleketimiz, köyümüz, köylerimiz… Bir zamanlar ayrılırken acısı içimizi yakan şimdi ise tatil aylarının gelmesiyle birlikte tekrar kavuşacak olmanın heyecanının sardığı güzel beldelerimiz…
 
Gurbete göçtüğümüzden beri hepimiz belli aralıklarla ziyaret ediyoruz anavatanımızı. Buradan yola çıkacak olanlarda bir heyecan, memlekette yol gözleyenlerde bir başka heyecan. Ve kavuşma anı… Sevinç gözyaşlarıyla beraber daha ilk günden ayrılık günün üzüntüsünü hissederiz. Hele önceki yıllarda görüştüğümüz dostlarımız bu diyardan ayrılmışlarsa daha bir başka yanar içimiz.
 
Akrabalar, dostlar ziyaret edilip özenle hazırlanan hediyeler takdim edilirken; ilerleyen günlerde canımızı sıkacak bir takım olaylarla da karşılarız. Örneğin kiracınız yatırması gereken son birkaç aylık ev kirasını ödememiştir. Ya da elektirik ve su paralarını bile ödemeden gözlerden kaybolmuştur. Bunun yanısıra içerisinde bir ay bile oturmayacağımız evlerin tamiratıyla meşgul olup kapı ve pencerelerini değiştirip dururuz.
 
İzin aylarında acısıyla, tatlısıyla ya da gariplikleriyle yaşadığımız bu olaylar hayatın bir gerçeği, hatta hayatın ta kendisi. Derken günler geçer ve dönüş hazırlıkları başlar; ikinci köyümüz olan Avrupa’ya doğru yol almaya başlarız. Bu sefer de yapmayı arzu ettiğimiz halde yapamadıklarımız aklımıza gelmeye başlar.
 
Örneğin şehirdeki o koşuşturmacadan şehrimizin en büyük camisine ailece gidip cemaatle bir vakit namaz eda edip de peşinden yapacağımız bir şükür duası ile cemaat psikolojisini yaşayamamışızdır.
 
Yine çok istediğimiz halde şehirdeki evimizin sorunlarıyla uğraşmaktan doğduğumuz köyümüze varıp da sağ kalanları ziyaret edip onların hayır dualarını alamamış ya da köyümüzün mezarlığına gidip de geçmişlerimizi hatırlamamışızdır. Halbuki çocuklarımızı yanımıza alıp şöyle köyümüze gitsek; bağımızı, bahçemizi, tarlamızı, ormanımızı gezdirsek ve o farklı yaşantı tarzına da alıştırsak hiç fena olmazdı.
 
Maalesef sürekli beton üzerinde bulunmak bizleri ve özellikle çocuklarımızı duygusuzluğa itmiştir. Bizlerin küçükken kucağımıza aldığımız o yeni doğan kuzulara çocuklarımız belki hâlâ hiç dokunmadılar. Yine bizlerin o kırık boynuzlarından tuttuğu hayvanlara dokunmadılar bile. Tarlada iken yağmura tutulup da çamurda kalmadılar hiç. Yine sisli bir havada yollarını kaybedip de tekrar evini bulmanın mutluluğunu yaşamadılar.
 
Yine o koşuşturmacadan her gün önünden defalarca geçtiğimiz kitapçıya uğrayıp da raflardaki kitapların büyülü dünyasına girememişizdir. Halbuki birkaç kez ziyaret etsek o kitapçıları, orada kendini bizlere okutturacak o kadar güzel eserler var ki… (Sadece yüz euroya bile bir çok kitaba sahip olabilirdiniz.)
 
Evet bu tatilde yine gezilecek yerleri gezelim, görelim. Memleketimizin nefis yemekleriyle midemizi memnun ederken, yıllarca aç bıraktığımız ruh dünyamızı doyuracak faaliyetlerin de yolunu seçelim. Kitapçılarda akşamlayalım… Kitaplar, kasetler, cdler alalım. Yapılması gereken diğer güzel şeyleri de unutmayarak bu yaz farklı bir tatil yapalım.
 
Daha güzel sayılarda buluşmak üzere…

Başa Dön



                              
                                               4. Sayı Başyazısı    
                                                           
                               Okyanus Büyüyor!

 “Okuma alışkanlığı olmayan bir toplumuz” sözünü bu zamana kadar kaç kez duyup da bu sözü söyleyene ne kadar kızdınız bilmiyoruz ama biz “karanlığa kızmaktansa bir mum yakanlardan olmayı tercih ettik, hepsi bu…
 
Sizlerin de bildiği gibi bizler, ‘Sosyal Yardımcı’ ünvanıyla yurt dışında yaşayan vatandaşlarımıza çeşitli alanlarda hizmet sunmak amacıyla belirli bir süre için gönderiliyoruz. Alışılmış görevlerimizin yanısıra danışılan bir ‘psikolog’ ve toplumları yakından izleyen bir ‘sosyolog’ gibi hareket etme ve daha da önemlisi devletimizin ‘resmi temsilcisi’ olma gibi önemli bir misyonumuz da bulunmaktadır.
 
Farklı bir ortamda, sınırlı süreyle görev yapıyor oluşumuz ve görev alanımızın bir hayli geniş olması gibi sebeplerden dolayı bütün bu görevlerin hakkıyla yerine getirilmesinde zaman zaman zorlandığımız da bir gerçektir. Ancak hangi şart ve durumda olursak olalım, hizmet ettiğimiz toplumun desteğini almışsak bu bizlere ‘moral değer’ açısından kuvvet, yeni projeler için de cesaret vermektedir. Belki de bu cesaretin bir sonucu olarak bir yıl öncesinde Nantes ve yakın çevresine hitap edecek şekilde bir dergi faaliyeti başlattık. Bugüne kadar dergiye maddi manevi destek veren herkese teşekkür ediyoruz.
 
Sizlerin de bildiği gibi bölgemizdeki 14 derneğin bir araya gelmesiyle oluşmuş bir “birlik” var. Tam adı “Fransa Batı Bölgesi Dernekler Birliği”. Amaç: Bölge halkının birlik ve bütünlüğünü sağlamak. Bölgemizde sayıları neredeyse 40 binlere ulaşan bölge halkına ulaşmanın en kestirme yolu olarak bir ‘yayın organı’ düşüncesi olan Dernekler Birliği, halen yayımlanmakta olan ve şimdiye kadar üç sayısı çıkmış olan OKYANUS dergisine destek vererek büyütme yolunda bir teklifte bulunmuştur. Bizler de burada yaşayan herkes için önem arzettiğine inandığımız mesajları daha çok okura ulaştırma anlamında -bizler için daha zor olsa da- kabul ettik.
     
Niçin dergi?
           
Bunu ilk sayıdaki sunuş yazımızda belirttiğimiz gibi önemine binaen tekrar ifade edecek olursak; bilindiği gibi günümüzde gerçek bilgiye ulaşma açısından aslında herhangi bir sıkıntı mevcut değil. İlk ve en önemli şart; ilmi seviyor ve onu arzu ediyor olmamızdır. Cilt cilt kitaplardan dergilere, bazı televizyon ve radyo programlarından internet sitelerine kadar her türlü bilgiye her an ulaşabileceğimiz bir yığın kaynak vardır. Ancak eskiden ilim kaynaklarının azlığı ya da onlara ulaşamamak problem iken; bugüne gelindiğinde, kaynakların çokluğu bizleri; ‘hangi eser daha faydalı ve bana göre’ sorusunu gündeme getirmiştir.
 
Hepimizde az ya da çok ‘okuma sevgisi’ bulunmakta. Bazen o aşk ve sevgiyle herhangi bir kitabı elimize alıyoruz; ya kullanılan ‘dil’ ağır geliyor ya da konusunu beğenmiyoruz. Neticede her defasında bir engel çıkıyor ve o güzel niyetimiz sonuçsuz kalıyor. İşte sizlerin bu güzel niyetlerinizin sonuçsuz kalmaması düşüncesiyle böyle bir dergi fikri doğdu. Hedefimiz; acilen ihtiyaç duyduğumuz konularda -fakat hayatın bütünlüğünü de gözardı etmeden- dili anlaşılır ve okumaktan kendinizi alamayacağınız yazılarla sizleri buluşturmak, hayatımızda bilgi ve kültüre de bir ‘yer’ açmak.
 
Okuma alışkanlığı kazanmış toplumların, bugün gelişmiş bir devletlerinin olması sadece bir tesadüf müdür? Kitaba ayrılan bütçe, kişi başına gelişmiş ülkelerde yıllık bazda 100 dolar civarında iken; bırakalım onu dünya ortalaması 1.3 dolar iken, bizim bunun da altında kalıyor olmamızı sadece ekonomik gerekçelere bağlayabilir miyiz? Elbetteki hayır. Malum sorun, daha da derinlerde; bunu yeme içme gibi bir ihtiyaç hissedebilme bağlamında bir ‘çözüm’ beklemektedir.
 
Değerli dostlar, dergimiz elinize ulaştığı andan itibaren lütfen okuyunuz, okutunuz, inceleyiniz. Hatta bir kaç tane alarak dostlarınıza hediye götürünüz, tanıtınız. Olumlu ya da olumsuz gördüğünüz durumları bize iletirseniz daha kaliteli bir dergi ile karşınıza çıkmış oluruz. Dergimizi dikkatli bir şekilde okuduğunuz takdirde sizlerde zaten var olan okuma sevgisinin mutlaka açığa çıkacağını düşünüyoruz.
 
  Daha güzel sayılarda buluşmak ümidiyle... 


Başa Dön


       5. Sayı Başyazısı  

                  
                                          “Zaman”a Dair
 
Hiç birimiz bu hayata kendi isteğimizle gelmedik. Yine kendi isteğimizle de bitiremiyoruz. Çünkü o hayatı bize veren sonlandıracak. Hepimiz ilahi tasarımın küçük ayrıntıları durumundayız. Bize ayrılan ve adına “ömür” dedikleri sınırlı zaman dilimini günbegün tüketiyoruz.
 
Hayatın akış hızını düşündüğümüz zaman da kendimizi ruhen pek sağlıklı hissetmiyoruz. Zamana ‘dur’ diyesimiz geliyor ama desek de bizi dikkate almayacağı kesin.
 
Geçen günler bizi aynalara ‘küs’ duruma getiriyor. Hakikaten ne zaman geçti bunca yıl… İlkokula başladığımız günü hatırlıyoruz. Askerliğimizi, evliliğimizi, çocuklarımızın küçüklüğünü daha dün gibi hatırlıyoruz.
 
Zamanın ne kadar kıymetli bir hazine olduğunu onu kaybettiğimizde anlıyoruz. Maddi kaybımız olduğunda onu daha çok çalışarak telafi edebiliyoruz. Ama başkalarını imrendiren zenginliğimiz geçmişteki “bir gün”ü bile geri getiremiyor. Artık kabul edelim; dün geçmiştir, onu bir daha geri getiremeyiz. Yarına kavuşmak için bir garantimiz yoktur. O halde yaşadığımız anın kıymetini bilmek lazımdır.
 
Ömür çok uzun gibi gelse de aslında o “bir gün” kadar kısa. Yaşadığımız her gün aynı şeyleri yapıyorsak binlerce günü kapsayan ömrümüz aslında bir güne hatta saatlere indirgenmiş olmuyor mu? Basit bir hesapla bir günü üçe bölersek; bunun bir kısmında çalışıp kazanıyoruz. Diğer kısmında uyku ve diğer ihtiyaçlarımızı karşılıyoruz. Kalan bölümünde ise becerebiliyorsak ‘sosyal’ bir varlık olarak kendimize vakit ayırmaya çalışıyoruz. Sıkıntılar, hastalıklar ve gerekli gereksiz bir sürü uğraş ise planda olmayan ayrıntılar. Neticede hayatımızın diğer alanlarına yön verebilecek, onları renklendirip anlamlandıracak ve lokomotif görevini yapacak zaman dilimini ise bir kaç saate kadar düşürmüş oluyoruz. Özetle hayat aslında bir “kendin yap tasarımı” olarak karşımıza çıkıyor. Yapan da biziz, yaptıklarımızdan etkilenen de biziz.
 
Ünlü bilge Eflatun’a sormuşlar: İnsanoğlunun sizi en çok şaşırtan davranışları nedir? O da tek tek sıralamış:
 
  • Çocukluktan sıkılırlar ve büyümek için acele ederler. Ne var ki çocukluklarını özlerler...
  • Para kazanmak için sağlıklarını yitirirler. Ama sağlıklarını geri almak için de para öderler...
  • Yarından endişe ederken bugünü unuturlar. Dolayısıyla ne bugünü ne de yarını yaşarlar...
  • Hiç ölmeyecek gibi yaşarlar. Ancak hiç yaşamamış gibi ölürler...
  • Önemli olan; hayatta en çok şeye sahip olmak değil, en az şeye ihtiyaç duymaktır.
 
Geçmişteki olumlu her davranış daha güzeline ulaşma yolunda bize güç veriyor. Ancak eksik bıraktığımız hususlar da maneviyatımızdan çok şeyler kaybettirmiştir. “Gerçeklerin farkında mıyız ?” sorusunu tekrar tekrar düşünmemiz gerekmektedir..

       Bizlere hayat bahşeden, son mesajında ‘zaman’a dikkatimizi çekmiş ve insanların çoğunluğunun zararda olduğunu bildirmiştir. İnananları ve bu inancını güzel davranışlarla destekleyenleri, bir de hakkı ve sabrı birbirlerine tavsiye edenleri istisna tutmuş.
 
 Meseleyi en temel konuya götürecek olursak; o nokta bize bir çıkış verecektir. Hakikaten bizi yaratanla dost muyuz? O’nu nasıl algılıyoruz? O, sürekli bizden bir şeyler yapmamız isteyen ve bunlarla bizim rahatımızı bozan mı, yoksa bu istekleriyle bizim mutluluğumuzu amaçlayan mı?
 
 Hani eksiklerimiz dedik ya… Bu zamana kadarki tanıştığımız insanların kaç tanesi O’nun bize dost olduğunu anlattı. Okuduğumuz kitapların, seyrettiğimiz televizyon programlarının ne kadarı bize O’nun dostluğunu kazandırdı.
 
 “Gerçeklerden haberimiz var mı?” derken bize hayatı anlamlandıran şeylerden söz ediyoruz. Farkı fark ettiren şeylerden söz ediyoruz. Bakınız, hayatının bir dönemini gerçeklerden habersiz olarak geçiren ve sonunda aradığını bulan Merhum Necip Fazıl, o eski dönemini nasıl anlatmış:
 
 Tam otuz yıl saatim işlemiş, ben durmuşum
 Gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşum.
 
 Biz de bir özeleştiri yapalım ve soralım: Biz kaç yıldır gerçeklerden habersiz olarak yerimizde sayıyoruz da saatimiz çalışıyor? Ve bu gidiş nereye kadar?

Başa Dön



                                            
                                                    6. Sayı Başyazısı


             Okyanus’un İlk Yılının Değerlendirilmesi
 
Değerli Okuyucular!
 
Tam bir yıl önce “hayatınıza renk katacak yazıların buluşma adresi” sloganıyla yayın hayatına girdik. Her şeye vakit ayırdığımız şu hayatta “okuma”ya yer bırakmamışız diye de suçumuzu itiraf ettik. Toplum olarak affımız için, bugüne kadar güzelin de güzelini bulmaya ve sizlere ulaştırmaya gayret ettik.
 
Elimizden geldiği kadar hayatın her alanından bir şeyler sunmaya çalıştık. Bunu yaparken de “ilim-kültür ve aile” çizgisinden ayrılmamaya özen gösterdik. Birçok kitabı, gazete ve dergiyi okuyarak ancak ulaşabileceğiniz yazıları farklı bir sunumla dergimize koyduk. Bunları seçerken de gözünüzü korkutan uzun yazılardan daha kısa ve net mesajlı olanlara doğru bir yöneliş sergiledik.
 
Nelerden bahsettik?
 
“Aile” konulu yazılarla bunun -zaten bilinen- önemini değişik yazarlarımızın eserlerinden ve makalelerinden sizleri sıkmadan, anlaşılır bir tarzda, somut örneklerle ortaya koyma çalıştık. Yalnızlığın, duygusuzluğun ve ortada kalmışlığın ancak “aile” ortamının sıcaklığıyla son bulabileceğini ifade ettik. Dışarıdan bakıldığında gül bahçesini hatırlatan aile portresini çizmeye çalıştık.
 
“Tarih” ve “Kültür” konulu yazılarla geçmişimizin manevi dinamiklerini tekrar canlandırarak o tecrübelere her zaman ihtiyacımızın olduğunu hissettirmek istedik. Geçmişini bilmeyen toplumların geleceğe emin adımlarla yürüyemeyeceğinin altını çizdik.
 
“Din ve İlahiyat” konularıyla da insanlığa gelen son ilahi mesajı daha anlaşılır kılarak dinin insan hayatının geneline renk veren bir olgu olduğunu örnekleriyle anlatmak istedik.
 
“Eğitim” konularıyla da dünyada genel kabul gören eğitim kriterlerini, Fransız eğitim sistemi içerisinde okumakta olan öğrencilerimizin ufuklarını açacak şekilde yer yer motivasyon öyküleriyle de destekleyerek harekete geçirmek istedik.
 
Ayrıca “biyografi” köşesiyle tarihe mal olmuş kişilerin bugün hala konuşuluyor olmalarının sebeplerini yine onların hayat hikâyelerinden ve inci gibi sözlerinden hareketle ortaya koymaya çalıştık.
 
“Tefekkür” içerikli yazılarla da günümüzde çok ihmal ettiğimiz “gerçekler üzerine düşünme” konusunu tekrar aktif hale getirmeye çalıştık.
 
“Çocuk”lara hitap eden birkaç sayfayla kısa da olsa farklı kültürlerin etkisinde kalarak yetişen çocuklarımıza kendi öz kültürlerini unutturmamak için hikâye, fıkra, atasözü, şiir, bilmece, bulmaca ve benzeri konuları tarayarak en anlaşılır ve mesaj yüklü olanları seçerek sunmaya özen gösterdik. Bu sayfalar her ne kadar çocuklar için hazırlanmışsa da çocuklarımızın istenilen manada bunları anlayabilmeleri için büyüklerinin rehberliği asla ihmal edilmemelidir.
 
“Eskimeyen Dostlardan Mektup Var” köşesiyle geçmişte üç-beş sene de olsa sizlere hizmeti geçmiş, ailelerinizden biri haline gelmiş olan arkadaşlarımızla dergi sayfalarında da olsa sizleri buluşturarak bir “nostalji” yaşatmak istedik.
 
 Ayrıca biraz sıra dışı gibi görünse de “sanat ve magazin” içerikli yazılarla da farkında olmadan hayatımızın önemli bir kısmını işgal eden bu hususun da olumlu yanlarını sunarken “olumsuz taraflarına da siz dikkat edin artık!” demek istedik.
 
Bunlardan başka sağlık, araştırma, öykü, gençlik, kadın ve yaşam, kısa kısa, mizah gibi konularla bir yandan bilgilendirirken bir yandan hayatın tekdüze olmayıp bir bütün halinde yaşanılması gerektiğinin mesajını sunmaya gayret ettik.
 
Evet, bütün bunları yaparken de kılı kırk yararcasına hassas olduk. Okur sayımızı artırmaya çalışırken  de sizleri kaybedecek, incitecek  bir şey yapmamak için yanlış yapmamaya gayret ettik.
 
Okyanus kimlerden memnun?
 
Dergimizin geldiği noktayı yeterli görmemekle beraber, “her yeni fikrin başlangıçta diğerleri arasında azınlıkta kalacağını” da biliyoruz. Tanıtım eksikliğimiz bulunmaktadır. Şurası kesindir ki, dergimizi bir defa okuyanlar okuduklarını en az üç-beş kişiye değişik vesilelerle anlatmadan duramıyor. Ama almayanlar ve aldığı halde okumayanlar ise -elindeki çantanın içinde altın olduğunun farkına varmayan adam misali- ilgisiz kalmaya devam ediyorlar.
 
O kadar emeğin harcandığı, göz nurunun döküldüğü, gecenin gündüze katılarak ortaya konduğu bir çalışma için şu anki iki bin tirajın az olduğunu düşünüyor, bunun en azından ikiye katlanması gerektiğini ve bunun da “gönüllü tanıtım elçileri” ile başarılabileceğini biliyoruz. Her sayı çıktıkça onlardan beşer-onar tane alıp da çevresine tanıtan seçkin okurlarımızın sayısı artıyor. Onlar zaten teşekkürlerin en güzelini hak ediyorlar.
 
Okyanus kimlerden memnun değil?
 
Şu an altıncı sayısı çıktığı halde hala haberdar olmayan, kendisine tavsiye edildiği halde sıradan reklâm dergilerinden farkını anlayamayan veya aldığı halde kapağını bile açmayan yahut da magazin dergisi gibi sadece resimlerine bakıp bırakan arkadaşlarımıza gelince; tanıtım eksikliğinden dolayı hatayı biraz kendimizde görüyor,  ama bu tür hayırlı hizmetleri görmezden gelmenin ve ilgilenmemenin bir vebal olduğunu hatırlatmak istiyoruz.
 
Sonuç olarak da şunu söylemek istiyoruz. Hiçbir başarı tek bir kişiye ait olamaz. Gelinen noktada başarı varsa ortaktır, başarısızlık varsa o da ortaktır. Ama her insan hayatını değiştirecek ve anlamlandıracak cümlenin peşindedir. O kadar sayfa arasında biz bu cümleyi sunmaya çalışıyorsak bunun manevi kazancı da katkısı olan herkesin olacaktır. Bazen çok şey söylemek istiyoruz ama her zaman çok şey anlaşılamıyor. Böyle zamanlarda değerli bir şairimizin şu beyiti her zaman imdadıma yetişiyor:
 
Yazdıklarım nedir ki; deryalardan bir damla,
Ey yazılmayan gerçek, bari kalplere damla!
 
Daha güzel sayılarda buluşmak üzere.

Başa Dön



                
                                                 7. Sayı Başyazısı

                      Tekrarı yok bunun
 
İki günü birbirine eşit olarak yaşamayı “zarar” olarak kabul etmiş bir “öğreti”nin mensuplarıyız. Hâl böyleyken yaşın da ilerlemesine paralel olarak birçok alanda “düşüş” yaşandığına şahit oluruz.
 
Yaşadığımız hayatın aslında her alanda “mükemmelliği yakalayabilme” gayreti olması gerektiğini de gözardı ederiz. Hayatımızı renklendirme ve eksik bıraktığımız hususları tamamlama anlamında her zaman yapılabilecek bir şeyler vardır.
 
Her şeyden önce şu unutulmamalı: Hayat bir mücadeleden ibarettir. Mücadeleyi bırakmanın zararını ise önce kendimiz sonra da yakın çevremiz hissedecektir. Mademki yapıp ettiklerimizin sonucuna katlanmak zorundayız, o halde sonucun bizi mutlu edecek cinsini yakalamaya mecburuz.  
 
Bu manada kalemimizi elimize alalım ve başlayalım yazmaya… Bir sayfaya artılarımızı yani “iyi ki yapmışım” dediklerimizi, diğer sayfaya da eksilerimizi yani “keşke yapsaydım ya da yapmasaydım” dediklerimizi… Her insanın hayatında mutlaka başarılar vardır, onları yazalım… Göreceğiz ki, bunlar diğer eksiklerimizi telafi etme yolunda bizleri motive edecektir.
 
Benim hiçbir başarım yok demeyin. Konuya espri katmak için biyolojik açıdan yaklaşalım: İnsanın yaratılmasını ve varlık sahasına çıkma aşamalarını düşünürsek; binlerce hücrenin pes ettiği durumda siz pes etmeyerek yarışı birinci tamamlamış ve anne karnında dokuz aylık bir istirahattan sonra dünyaya gelmişsiniz. Hiçbir başarınız yoksa bu birinciliğiniz bile sizi başarıya ulaştırma anlamında heyecanlandırmaya yetmelidir.
 
Evet, eksiklerimize gelince; bunlar kişiden kişiye değişmekle beraber telafisiz de değildir. Çaresiz olan tek şey “ölüm” olduğuna göre bunun dışındaki her şeyin bir şekilde onarılma imkânı vardır.
 
İşte birkaç örnek:
 
Son on yılda bir kitap bile bitirmedim diyorsanız; en azından incecik bir kitabı okuyarak bu alandaki kötü gidişe “dur” demiş olursunuz. Devam etmek ise elinizdedir.
 
Yıllardır dargın olduğunuz birisi varsa haklı olsanız bile, onun ayağına gidin ve özür dileyin, bırakın o eziklik duysun.
 
Çoktandır bütün aile fertleriyle ortak bir sohbetiniz yoksa; kapatın televizyonlarınızı, cep telefonlarınızı… Ortak bir şeylerden konuşun. Büyükler çocukluklarını, anılarını anlatsın… 20-30 sene önceki hayat tarzını ve anlayışını anlatsın… Devam edilirse böyle sohbetlerin tadının hiçbir filmden ya da magazin programından alınamayacağı görülecektir.
 
Yıllardır bir yere yardım etmek isteyip de henüz bunu gerçekleştirmemişseniz az da olsa hemen bir şeyler vermeyi deneyin…
 
Yine yıllardır eksik bıraktığınız şu Kur’an öğrenme işini düşünüp duruyorsanız; bırakın düşünmeyi, başlayın öğrenmeye… Bir de anlamaya çalışırsanız kendinizi rahatlamış, hiçbir yerde bulamadığınız huzuru bulmuş kısaca Cenab-ı Hak’la sohbet ediyor halde hissedersiniz kendinizi..
 
Yıllardır doğduğunuz köye gitmediyseniz ilk izin sezonunda bunu telafi ediniz… Gidin köyünüze, bütün evleri tek tek dolaşın… Hepsinin önünde durun ve düşünün… Sahiplerini, şu an nerede olduklarını….
 
Evet, çocuklarımız… Çantalarını açıp bakalım; hangi dersleri görüyor diye… Telefonlarına bakalım; kimlerle konuşuyor diye… Bazen uzaktan da olsa takip edelim; kimlerle buluşuyor diye…
 
Komşularımız…. Aynı binada kalıyoruz ama bırakın adını memleketini bilmiyoruz…. Bir akşam güzel bir ziyafet hazırlayalım, çağıralım onları… Eğer yabancıysa gösterelim kültürümüzü, misafirperverliğimizi… Bizi yanlış tanıtanlardan değil de bizzat “biz”den öğrensin bizi…
 
Ve bize hizmet edenler: Dernek başkanları, öğretmenler ve dahi din görevlileri…. Soralım onlara; var mı bir ihtiyacınız, sıkıntınız diye… Toplumumuz için hep birlikte ne yaparız diye… Kaçmayalım onlardan; olur ki, bir şeyler ister bizden diye…
 
Evet, örnekleri çoğaltabiliriz. Mademki bu hayata bir daha gelme imkânımız yok. O zaman bunu standartlara uygun yaşamaktan başka çaremiz de yok… Çünkü bu hayatın tekrarı yok… Bir yabancının deyişiyle noktalayalım: “Hayat, yaşamasını bilen için tatlıdır”

Başa Dön

                  
                                                 8. Sayı Başyazısı

                           Allah’a Ismarladık Derken…
 
Bundan dört yıl önce sıcak bir Ağustos günü başladığımız hizmet serüvenimizin sonuna geldik. Bizim “göz açıp kapayacak kadar kısa” diye nitelendirdiğimiz bu süreyi gördük ki sizler de “çok çabuk geçti” sözleriyle özetliyorsunuz.
 
Sizler bize “çok güzel şeyler yaptınız” derken biz bunu “güzellik biraz da bakan gözdedir” şeklinde yorumluyoruz.
 
Cami ve Kur’an Kursu hizmetinin yanı sıra düğünde, bayramda, davette, kutlamada, piknikte kısaca bulunmamız gereken her yerde sizlerle beraber olduk.
 
Pasaportumuzda yazdığı şekliyle “sosyal işler yardımcısı” olduğumuzu unutmadık ve bu görevin altında kalmamaya çalıştık.
 
Yine bu süre içerisinde devletimizin resmi bir temsilcisi olduğumuzu unutmadık.
 
Çevremizdekilere bir şeyler kavratırken kendimiz de bir şeyler öğrendik.
 
Öğretebilmek için farklı olmamız gerektiğini ve muhatabımızı dinlemeden onun ufkunu açamayacağımızı aklımızdan çıkarmadık.
 
Kimseyi sevgi ve saygı çemberimizin dışında bırakmamaya gayret ettik.
 
“Bu insanlar bir şey anlamaz, bu çocuklar çok şımarık” kanaatinin karşısında olduk hep. Sonra bunun tersini düşünerek kendi kendimize dedik ki; “Bu insanlar her şeyi ilk dediğimizde anlasa ve hemen gereğini yapsa” ya da “ bu çocuklar kuzu kuzu otursa ve her şeyi hemen anlasa” o zaman bize “görevli” olarak ihtiyaç olur muydu?
 
Elbette ki olmazdı ve herhangi birisi de bunu yapabilirdi. Demek ki burada bulunma sebebimiz zaten şikâyetçi olduğumuz konuları bir şekilde yoluna koymaktı. İşte görev süremizce bu kanaatimizi koruduk.
 
Yine bu sürede atalarımızın buyurduğu gibi “bir elin nesi var, iki elin sesi var”, “birlikten kuvvet doğar” gerçeklerini yakinen tecrübe ettik. Gördük ki, bir bölgede güzel sonuçlara ulaşılmışsa; mutlaka iki el yan yana gelmiş ve birbirine vurmuştur.
 
Bunun tersini düşünürsek, bir yerde hizmetlerde bir ilerleme kaydedilmiyorsa –işte bahsettiğimiz o iki el- birbirine vurmamış veya vurmuyor demektir. İnanıyoruz ki; hizmetin ilerlemesi konusunda ihmali olanlar kim olursa olsun bunun vebalinden kurtulamayacaktır.
 
İşte bu sebeple, hep birlikte hizmet anlayışımızı yeniden gözden geçirmek zorunda olduğumuz bir zaman ve mekânda yaşıyoruz.
 
Derneklerimizin yöneticileri, üyeleri, halkı ve tek amaçları “hizmet” olan devletimizin resmi temsilcileri… Bu saydığımız unsurlar arasındaki diyalog ve işbirliği ne kadar sağlam olursa “sonuç” alınması da o kadar tabii ve kolay olacaktır.
 
Aksi olursa bundan zararlı çıkan yine kendimiz olacağımıza göre; “diyalog, işbirliği, yardımlaşma, fedakârlık, samimiyet, cesaret, güven” eksenindeki kavramları tekrar hatırlamak ve bunların gereğini yapmak zorundayız.
 
Yazımıza burada son verirken görev yaptığım sürece bizimle beraber olan, beraber düşünen ve en güzeline ulaşma yolunda bize destek olan başta kendi bölgem olmak üzere dernek yönetimimiz, üyelerimiz ve okyanus aracılığıyla sesimizi duyan ve aynı değerleri paylaştığımıza inandığımız batı bölgesi halkına teşekkür ederiz.
 
Allah’a ısmarladık…

 

 
   
Facebook beğen  
 
 
"Uyanan bir düşünce kolay kolay uyuyamaz" (T. Carlyle)  
 

DUYURU PANOSU

"Bende sıklet, sende letafet... Allah'ım affet! Latiften af bekler kesafet... Allah'ım affet! Etten ve kemikten kıyafet... Allah'ım affet! Şanındır fakire ziyafet... Allah'ım affet! Acize imdadın şerafet... Allah'ım affet! Sen mutlaksın, bense izafet! Allah'ım affet! Ey kudret, ey rahmet, ey re'fet! Allah'ım affet!" Necip Fazıl KISAKÜREK

SİTENE EKLE

 
3 ziyaretçi
Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol